30 Nisan 2024

zeki-sarihan

DAĞLAR ÜLKESİ

  • PDF
Multithumb found errors on this page:

There was a problem loading image file:///C:\Users\matbaa\AppData\Local\Temp\msohtmlclip1\01\clip_image002.jpg
There was a problem loading image file:///C:\Users\matbaa\AppData\Local\Temp\msohtmlclip1\01\clip_image004.jpg

Başka hiçbir nedenle değil, yalnızca yurdumuzun şimdiye kadar ayak basmadığımız en uç köşesindeki Hakkâri’ye gitmek için Ankara Esenboğa Havaalanı’ndan Anadolu Jet ile uçmaya başladığımızda tarih 11 Temmuz 2014 Cuma gününü, saat  9.00’u gösteriyordu. Güneşli bir havada, Van’a kadar dağlar, dereler, birer denizi andıran baraj gölleri, ekini biçilmiş sarı tarlalar üstünden uçarken içimizde tatlı bir heyecan olduğunu söylemeliyim. Hakkâri nasıl bir yerdi? Halkı ne yiyor, ne içiyor, özellikle de ne düşünüyordu?

NASIL GİDİLİYOR?

Otobüsle gitseydik 18 saatte alacağımız ve kişi başı 110 lira vereceğimiz bu yolculuk için 15 gün kadar önce aldığımız uçak biletine kişi başı gidiş dönüş 260 lira verdik. İstanbul’dan Van’a otobüsle gidenler 28 saatte ulaşıyormuş ve otobüs bileti de gidiş dönüş 280 lira imiş. Gerçi uçak biletleri günden güne, saatten saate değişiyor. Örneğin 14 Temmuz günü Van’dan Ankara’ya uçakla gidip dönecek biri 480 lira ödeyecekti.

Bir saat 10 dakikada ulaştığımız Van Havaalanı’ndan Best Van otobüs firmasının yazıhanesine ulaştıktan 15-20 dakika sonra, bu bölgede çok kullanıldığı anlaşılan otobüs tipi bir minibüsle üç saat 20 dakika sürecek Hakkâri yolculuğumuz başladı. Hakkâri’ye ancak Van bağlantısı ile ulaşabiliyorsunuz ve Van ile Hakkâri arasında sabah altıdan akşam 6’ya kadar üç otobüs şirketinin saat başı karşılıklı seferleri var.

Van-Hakkâri arası 205 kilometre. Denizden yüksekliği 1750 metre olan Van’dan hareket ettikten sonra minibüs yükselen yaylalarda yol alıyor; bir ovada yer alan Gürpınar ilçesinden geçip Hoşap Suyu boyunca ilerliyor. Yol, şimdiki adı Güzelsu olan Hoşap köyündeki tarihi kalenin dibinden geçiyor. İspiriz Dağ sırası ile İran’da doğru uzanan Mengene dağlarının arasındaki geçitten 2400 metre yüksekliğindeki Başkale’ye uğruyor. Sonra İran topraklarına yakın üç bin metreden fazla yüksekliklerden doğup ağır ağır akmakta olan Zap suyunun kıyısına ulaştığınızda artık Hakkâri toprakları başlamıştır. Bundan sonrasında size Zap size kılavuzluk yapacaktır. Gitgide derinleşen dar vadilerden geçecek, zaman zaman insanı ürperten kaşa kitlelerinin arasından Hakkâri’nin dibine kadar ulaşacaksınız. Bu mevsimde bile bulanık akan Zap, bir süre daha Türkiye topraklarında akıp, Kuzey Irak’ta Musul’un aşağılarında Dicle’ye kavuşmak için yol alırken, minibüsünüz 5-6 kilometrelik bir yokuşu tırmanarak Hakkâri’ye ulaşıyor. Bütün bu yol, iki şeritliden dört şeritliye değişiyor.  Yer yer yol yapımı nedeniyle önünüzdeki araçtan kalkan toz topraktan göz gözü görmüyor. Ama şoförler,  bu yollarda, hem de bazıları cep telefonlarını ellerinden bırakmadan arabalarını uçurmayı başarıyor!

HAKKÂRİ’NİN ALÂMETİFARİKALARI

Hakkâri’nin alâmetifarikalarından (ayırıcı özelliklerinden) biri,  biz eğitimcilere göre,  İlköğretim Müfettişi Selahattin Şimşek’i azgın sularına alıp götüren Zap Suyu’dur. Bu ırmak 68’li gençliğin yaptığı, yıkılıp sonradan yenilenen “Deniz Gezmiş Köprüsü”yle de birlikte anılır. Diğeri sol tarafında tekparça bir duvar gibi yükselen Sümbül Dağı’dır. Bir küçük koyağında hâlâ harman yeri kadar bir buz kitlesi görülüyor. Hakkâri Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Battal Aslan, bir akşamüzeri bizi arabasına alarak Zap Suyu’nun aşağılarına doğru gezintiye çıkarıyor. Vadi iyice daralmıştır. Gene de dağlardan sel sularıyla daracık vadilere toplanmış toprak parçası, buralarda küçük köylerin kurulmasına sağlamış. Vadi o kadar dar ki, Zap bunu nerdeyse yalnızca kendisine ayırmış. Üstünde köprü kurmak çok kolay gözüküyor. Sanki beş altı metrelik kalaslar bile buna yeter. Asfalt yol, Şine (Tarak), Cemko, Cem Sait, Depin köprüsü üzerinden Zap’ın sağına ve soluna geçiyor, Olgunlar, Üzümcü, Çimenli köylerinden geçiyoruz. 35-40 kilometre aşağıda yol bir kaya kitlesine dayanıyor. Kitleye “İş Bankası” adı takmışlar. Çünkü ilk bakışta Ulus’taki eski İş Bankası binasını andırıyor. Ön tarafı hafif yuvarlak ve kaya oluşumu sanki onda tuğla ile kapatılmış pencereler yaratmış. Yol tam da bu kayanın önünden ikiye ayrılıyor. Sol taraf Zap boyunca Çukurca’ya, sağ taraf Beytüşşebap’a gidiyor. Kafkaslarda Dağıstan diye bir ülke olmasaydı bu ad Hakkâri yöresine yakışırdı. Denizden 1720 metre yükseklikte olan Hakkâri’de bu mevsimde havanın serin olduğunu sanırsınız. Ancak Ankara’dan daha sıcak. Çünkü daha güneyde olduğu için Akdeniz ikliminin etkisi var. 

BERÇALAN YAYLASI’NIN KIRK ÇEŞMESİ

Hakkâri’nin merkezi Çölemerik’e gider ve başka bir yeri görmeden dönerseniz ili yalnız kaya duvarlarının arasına sıkışmış sanabilirsiniz. Fakat Hakkâri, sırtını Berçelan yaylasına dayamıştır. Biz bu yaylaya 13 Temmuz günü bir arazi aracıyla tırmandık. Önce seyrek bazı ot türleri, ardından sık bir bitki örtüsü başlıyor. Bunlar boyu iki karışı geçmeyen çoğu dikenli bitkiler. Özelikle Kürtçe adı Givar olan eşek otu sık görülüyor. Bir de arazide hemen sararmış renkleriyle dikkat çeken kevenler. Çeşit çeşit çiçekler. Bu bölgenin endemik bitkileri arasında Ağlayan Lale de denilen Ters Lale ile Kenger otu ünlüymüş. Burada her bir yerin ve her şeyin Kürtçesi var.

Van’a giden eski yol da buralardan geçiyormuş. Şimdi artık yalnız arazi araçlarının o da sizi hoplata zıplata götürebileceği toprak bir yol kıvrıla kıvrıla yükseliyor, 12 çadırlık bir obaya rastlıyoruz. Burada 12 ailenin 1200 koyunu otluyormuş. İki çoban ve iki köpek bu koyunları güdüyor. Nihayet, şoförümüz Orhan’ın Mamuran aşiretinin yazladığı Kırkçeşme mevkiine ulaşıyoruz. Buralarda genellikle birbirleriyle akraba 10-15 çadır halkı koyun yetiştiriyor. Onları kırkıyor, sütlerini sağıyor ve bunlardan peynir yapıyorlar. Kadınlar günde iki kez koyunları elle sağıyorlar (çünkü elektrik yok), Her koyun günde yarım litre süt veriyormuş. 10 kardeş olan Orhan, şehirdeki dükkânında hayvan ürünleri satıyor ve bunların tamamı ailesinin bu yaylada ürettikleri. Kışın bu hayvanlar, şehirdeki ahırlarda besleniyor.

Her taraftan şakır şakır kaynak suları, Zap Suyu’na doğru akıyor. Hakkâri şehrinin içme suyu da bunlardan karşılanıyormuş. 3300 metre yüksekliğindeki yaylanın belki 3.000’ci metresindeyiz. En yukarıda bir koyakta yarısı buzlarla kaplı bir göl var, buzul diğer yarısı dağa yaslanmış. Ancak araba yolların büyücek kayalarla kaplı olmasından buraya çıkmakta zorlanıyor, yürümeyi göze de alamadığımızdan göle ulaşamadan geri dönmeye karar veriyoruz. Dönüşte Orhan, ruhsatlı Neşirvan tüfeği ile bir taşa nişan alıyor. Bu arada ben de bir deneme atışı yapıyorum! 47 yıldır elime silah almamıştım. Hakkâri yaylalarında kısmet olacakmış.

HAKKÂRİ DEDİKLERİ

Türkiye’nin kilometrekareye düşen nüfus olarak en az, adam başına millî geliri en düşük, üniversite sınavlarında en başarısız olan Hakkâri şehrinde 57 bin kişi yaşıyor. Öğretmenlerin anlattıklarına göre nüfusu silme Kürt ve Şafi. Şehrin adı da fi tarihinde burada yaşayan Hakkâr aşiretinden geliyormuş. Hakkâri’nin vahşi doğasını görünce şöyle düşündüm: “Buraya ancak düşmandan kaçan ve onlar tarafından bulunmayacağını düşünen insanlar gelip yerleşmiş olmalı.” Ama hiç de öyle olmadığı Hakkâri tarihinden anlaşılıyor. Bülbülü altın kafese koymuşlar, ille vatanım demiş. İnsanlar buraları vatan edinmişler, ancak başkaları tarafından da hiç rahat bırakılmamışlar.

Mağara devrinden beri insanların yaşadığı bir bölge olmasını, kayalara çizilmiş keçi resimlerinden çıkarıyorlar. 10 bin yıldır da çeşitli kabilelerin yerleşim yeri olduğunu tarih yazıyor. Kimler gelip kimler geçmiş?  Hakkâri Hurri ve Urartu Krallıklarının bir parçası imiş. Büyük İskender buralara kadar uzanmış. Halkı Arap istilalarına ve 700 yıl İslamlığı kabul etmemekte direnmiş! Pers, Arap, Selçuklu dönemlerini yaşamış, Osmanlı’nın Muhteşem Yüzyılı’nda 1536’da Osmanlı topraklarına katılmış. İranlılar, Osmanlılar, Araplar arasında gidip gelmiş. Bu tarih sayfalar tutuyor.

Bölgenin en eski halklarından biri de Nasturiler.  Hakkâri bölgesi Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerin de iştahını kabartmış. Kürt aşiretleriyle nüfusun yarısını oluşturan Nasturiler ve Ermeniler arasında şiddetli çatışmalar olmuş, sonunda Nasturiler ve Ermeniler bölgeden uzaklaştırılmışlar. Cumhuriyetten sonra Nasturilerin geri dönme çabası da Kürtlerin direnmesiyle sonuçsuz kalmış. Birinci Dünya Savaşı yıllarında üç yıl Rusların da işgalinde kalan Hakkâri, 1924’te il yapılmış, 1933’te Van’a bağlı bir ilçe olmuş, üç yıl sonra yeniden il yapılmış. Bütün bu çatışmalı ve kanlı tarihi okuyunca, sanki Van-Hakkâri yolunda, pek çok aşiretin, milletin birbiriyle dövüştüğü, bölgeden kaçmak ve geri dönmek için çektikleri zahmetler gözümün önünden geçiyor. Hakkâri havasında kan kokusu var! (16 Temmuz 2004)

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile

trafik cezası öde kredi kartı ile fatura öde online fatura ödeme fatura öde