Bir 30 Nisan Sabahı…

Çarşamba, 01 Mayıs 2013

Yirmi yıl önce…

Daha dün gibi…

Acı yüreğe düşünce anlatamıyor insan kimseye, ya da “ İçimdeki bu sıkıntı niye” diye paylaşamıyor kişi, bir başka kişiyle…

Ateş düştüğü yeri yakıyor…

Boğuyor seni o an; o an ki atmosfer…

Bilinmeyen iki kol sıkıyor gövdeni, sıkı sıkıya sarıyor ve seni nefessiz bırakabiliyor…

İşte o an “ Ben ölüyor muyum” be diye darlanıyorsun…

Sıkışıyor, bunalıyorsun…

Ateş yüreğine düşüyor..

Anlamıyorsun…

***

Ciğer paren, baban, atan, senin dünyaya gelmene vesile olan bir varlık, o an bu dünyadan göç ediyor…

Yüce Allah, bir daha geri dönmemek üzere, en çok sevdiğini, senden koparıyor…

Ama sen, seni sıkan o bunaltıyı halen o onulmaz acıya yoramıyorsun…

Yakıcı, boğucu ve öldürücü sıkıntının bir saat sonrasında, babanın öldüğünün haberini alıyorsun…

Yanıyor, yıkılıyorsun…

Ama Nafile…

Neye yarar…

Ne fayda…

Olan oldu..

Babam öldü…

***

Babam yirmi yıl öce öldü..

Onsuz geçen yirmi yıl boyunca,

Babam hep benimle oldu…

Ömrüm el verdiği sürece yüreğimin en güzel yerinde ve köşesinde yaşatacağım babamı…

Babalar ölmesin…